Lisans eğitimini Amerika Birleşik Devletleri Teksas Eyaleti’ndeki Rice Üniversitesi’nde gören Kerim Miskavi, 2017 senesinde MAS’ı kurmadan önce, beş yılı aşkın bir süre SO-IL, Mitchell | Giurgola ve Herzog & De Meuron gibi uluslararası ödüller kazanmış öncü mimarlık ofislerinde deneyim kazandı. Bu süre zarfında, Hong Kong’da CTF Modern Sanat Müzesi’nden, Solomun R. Guggenheim Vakfı Merkez Binası Yarışması’na; dünyaca tanınmış Japon Koreograf Kota Yamazaki için interaktif bir sahne tasarımından Versace Markası için inovatif bir showroom konseptine birçok farklı tip ve ölçekte projenin tasarım ve uygulama süreçlerinde etkin roller üstlenerek mimari felsefesini geliştirme fırsatı edindi.
Mimarın SO-IL bünyesinde gerçekleştirdiği projeler, Chicago Mimarlık Bienali, Cooper Hewitt Smithsonian Tasarım Trienali ve New York Times Gazetesi gibi prestijli kurumlar tarafından sergilenerek yüksek onurlara layık görülmüştür. Profesyonel çalışmalarına ek olarak, ABD’de Columbia Üniversitesi ve İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi Mimarlık Fakültesi jürilerinde rol almıştır.
Projeleriniz için öncelikli olarak tercih ettiğiniz, bağ kurduğunuz özel markalar var mı? Ne gibi kriterler firmalar ve markalar ile bağ kurmanızı sağlar?
Projelere yenilikçi bir bakış açısıyla yaklaşmak bizim için önemli ama tabii ki zaman içinde güven ilişkisi kurduğumuz üreticilerle çalışmayı tercih ediyoruz. Ürünlerini iyi tanıyan, tasarım sürecinin bir parçası olmaktan keyif alan ve farklı çözümler yaratmaktan kaçınmayan, kalite ve uzun ömürlülüğü öncelik edinen, uluslararası standartları ve gelişimleri takip eden, doğaya ve insana karşı sorumluluğunun bilincinde markalarla çalışmaktan keyif alıyoruz. İyi mimarinin ilk düşünceden son detaya kadar süren bir yolculuk olduğuna inanıyoruz, bu süreçte bizimle detay üzerine düşünen ve projeye özgü yaklaşımlar üreten markalar ile kuvvetli bir bağ kuruyoruz.
Projelerinizde kullanacağınız ürünler için karar verme süreci ofisinizde nasıl işliyor? İdeal bir materyal seçim sürecini nasıl tanımlarsınız?
Seçim sürecini çok ciddiye alıyoruz ve işverenin fikir ve ihtiyaçlarını gözeterek olabildiğince ideal koşulları sağlamaya çalışıyoruz. Ekip olarak malzemeye deneysel yaklaşmaktan ve farklı alternatifler üzerinde çalışmaktan keyif alıyoruz. Numune olmazsa olmazımız. Çoğu projede hem birebir malzemeler ile hem de detay veya mekansal orantıları anlayabilmek adına daha basite indirgenmiş maket kartonu veya kağıt mock-uplar ile tasarım kararlarımızı irdelemeyi çok seviyoruz. Görüp dokunabildiğimizi değerlendirmenin ekranda veya katalogda baktığımız bir görseli değerlendirmekten daha kolay ve verimli olduğuna inanıyoruz. Malzemede çok çeşitlemeye giden bir ofis değiliz, ideal olarak her projemizde maksimum üç malzeme kullanarak daha yalın kalmayı, elimizde olan bir veya iki malzemenin sınırlarını zorlamayı tercih ediyoruz diyebilirim. İlaveler oldukça iş karışıyor, malzemeler basitleşiyor diye düşünüyoruz.
Yapı malzemeleri üzerine son gelişmeleri nasıl takip ediyorsunuz? Hangi kaynaklardan faydalanıyorsunuz?
Her projeye taze gözlerle bakmayı seven bir ofis olduğumuz için aslında sektördeki en son gelişmelerden haberdar olmamızın en doğrudan yolu projelerimiz oluyor. Yaptığımız projelerde kullanacağımız malzemelerin potansiyeline odaklanmayı ve en yenilikçi kullanımlarını araştırmayı seviyoruz. Bunun için de içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde daha zor hale gelmiş olsa da ürün ve malzeme firmalarının temsilcileri ile ofisimizde bir araya gelerek yapı sektöründeki en son gelişmeleri kendilerinden dinliyor, öğreniyor ve birlikte malzemelerin potansiyelleri üzerine fikir alışverişi yapıyoruz. Sektörün içindeki kişilerden en son gelişmeleri dinlemek bizim için de iyi bir kaynak haline geliyor. Bunun haricinde yerli ve yabancı yayınlar ile dijital platformları takip ederek sektördeki gelişmeleri takip ediyoruz.
Projelerinizde imzanız olarak adlandırabileceğiniz, olmazsa olmazınız bir malzeme var mı?
Yaklaşımımızı tek bir malzemeye indirgemek mümkün değil, fakat kendimizi brüt beton, çelik ve yapısal ahşap gibi tektonik malzemelere çok yakın hissediyor ve mimari ölçekte tasarım dilini tektoniği oluşturan öğeler üzerinden geliştirmeyi seviyoruz. İç mimari ölçekte ise her projede farklı bir malzemeye odaklanıp onunla yapabileceklerimizi irdelemekten keyif alıyoruz. Örneğin NAYA Studio projemizde sıkıştırılmış toprak kaideler tasarlayarak bu malzemeyi tanıma fırsatı edindik. Başka bir projemizde terrazzoyu alışılmış agrega malzemeleri yerine ahşap parçaları ile yeniden yorumlayarak “ahşap terrazzo” üzerine denemeler yapıyoruz. Çeşme’de yaptığımız bir iç mimari projede ise temel malzememiz beyaz rengi diyebilirim. Bu bağlamda projelerimizi malzemeleri tanımak için birer egzersiz olarak görüyoruz ve bu yaklaşımı imzamız olarak kabul ediyoruz.
Türkiye yapı endüstrisinde eksikliğini hissettiğiniz ürünler var mı?
Maalesef sürdürülebilirlik anlamında dünyanın biraz gerisinden geliyoruz. Geri kazanılmış ve geçerli standartlara göre yeniden amaçlandırılmış malzemelerin Türkiye pazarında yaygınlaştığını görmek isteriz. Öte yandan doğal taş, ahşap, beton, cam, metal gibi tanıdık malzemeler de günümüzde çok hızlı bir şekilde dönüşerek yepyeni mimari potansiyellere kavuşmaya başladı. Ülkemizde bunlara dair çok kuvvetli bir hammadde, bilgi ve imalat altyapısı olmasına rağmen malzemelerinin standart dışı kullanımlarının çok fazla irdelenmeyebildiğini görüyoruz. Sanırım bu konuda da biraz eksikliğini hissettiğimiz bileşenler, farklı vizyonları üretmek için ihtiyaç duyulan merak ve cesaret.